Bir grup arkadaşı ile umre için yola çıkan Ahmet Kalkan, virüs nedeniyle Suud’a giriş yapamadan Kudüs’ü ziyaret etmek isteyince, terörist İsrail askerleri tarafından gözaltına alındığını öğrenmiş bulunuyoruz. Grup üyeleri kısa sürede bırakılırken Ahmet hocanın serbest bırakılması saatlerce sorgulamadan sonra olması da gerçekten manidardır.
Kendisininde söylediği üzere bu uygulamalar müminlerin hıncını, kinini ve kafire karşı mukavemetini artırmalı. Hocamızın küffara karşı duruşunun ölüm gelene dek sürmesini temenni ediyoruz. Aşağıda kendi kaleminden yaşadıklarını anlattığı yazıyı paylaşıyoruz.
Venhar
İBÂDETLERE, UMREYE ENGEL OLAN VİRÜS MÜ, YOKSA YÖNETİCİLER Mİ DAHA TEHLİKELİ? YANİ TÂUN MU TÂĞUT MU ESAS SAKINILMASI GEREKEN?
“20 Günlüğüne Umreye” diye niyet etmiştik, 5 günlük Filistin ve Ürdün ziyaretiyle yetinmek zorunda kaldık. İsrail’in Filistinlilere sürekli yaptıkları zulümlere şahit olduğumuz gibi, kendimiz de bu zulümden hissemize düşeni aldık. İnsanlara en büyük düşmanın şeytanla birlikte Netanyahu mu Ne şeytan yahu mu isimli liderleri olan küstah İsrail’in olduğuna şahitlik ettik.
Suudi Amerika denilen ülkeye virüs girmiş mi tartışılıyor. Ama virüsten daha tehlikeli yöneticiler yıllardır müslümanların başında. Virüs (eski adıyla tâun), en kötü ihtimalle insanların dünyalarını mahvedip ölümüne sebep olurken; tâğut adlı virüsler, insanların, hem de milyonlarca insanın âhiretini mahvediyor. İlkinden korunmak zor da olsa mümkün, ikincisinden korunmak ve zararlarından emin olmak yaşanılan şartlarda mümkün değil.
Birkaç gün önce, yani 26 Şubat’ta Kudüs ziyareti ve umre ibadeti için 22 kişilik bir grupla yolculuğa çıktık. Kudüs’e girmek için İsrailli görevlilerin zulümlerine katlanmak gerekiyor. Başka seçeneğiniz yok. Ve, Filistin’e giriş için gümrükte bu satırların yazarını ayırdı İsrailli görevliler gruptan. Herkesin işlemi bitti, uzunca beklettikten sonra, Mossad ajanları beni saatlerce sorguya çekti. Anladım ki, Türkiye’de çok kimsenin tanımadığı, çok kimsenin de önem verip takmadığı, kimilerin de karalayıp suçlamaya çalıştığı bu kişiyi, İsrail iyi tanıyor (iyi tanıyor desem de; hayır, onlar hamdolsun kötü olarak tanıyor). Onların aleyhine ne yazdıysam takip ediyorlar. Rabbime hamdolsun, uzunca soruşturmada müslümanların ve kendimin izzetine zarar verecek bir şey söylemedim. Tam tersine, o sorgu yapanların memnun olmayacağı cevaplar verdim. Beni salıvereceklerine ihtimal de vermiyordum. İsrail’in Türkiye Büyük Elçiliği, benim gözaltına alındığımı haber almış. Oradan bir bayan memur, beni telefonla aradı. Bana “İsrail’e niye gelmiştin?” diye sordu. Ben de “İsrail’e gelmedim, Filistin’e geldim” deyince sorusunu aynen tekrarladı. Ben de “Siz Türkiye elçiliğinden mi beni arıyorsunuz, yoksa İsrail elçiliğinde mi görevlisiniz?” demek zorunluluğu hissettim. Sanırım, yaptığım suçlamayı bile anlamadı, Türkiye elçiliğinden aradığını söyledi. Filistin’in mevcudiyetini kabul etmeyen bu anlayış mı, İsrail’e karşı bana yardım edecekti? Teşekkür ederek telefonu kapattım.
Bu arada öğrendik ki Suud da umrecilere kapılarını kapatmış. İsrail de bana Filistin kapılarını kapattı. Ama, Allah “müfettihu’l ebvâb, yani kapıları açan idi. Umre için yol arkadaşlarımı taşıyan otobüs beklemesin, programlarını aksatmasın diye, kendimi de kolay kolay çıkartmayacaklarını anladığımdan, grubun otobüsünü gönderdim. Yine de içlerinden üç arkadaş beni gümrük dışında kapıda beklemişler. Hamdolsun, İsraillilerin bana karşı bu tavrı, beni ürkütüp korkutmak yerine; onlara karşı hıncımı daha çok arttırdı. Benim her Kudüs ziyaretinde başıma gelen benzer durum, giderek dozunu arttırıyorken, niye diğer hocaların başına benzer problem gelmiyor diye düşünmeden edemedim. Onların da bu tür imtihanlardan geçmesi, hayır mı getirir şer mi, o da tartışılır.
Siz de, umreye kapısını kapatan Suud’un uygulamalarını, bazı müslümanlara aşırı zorluk çıkaran İsrail’in tavrını ve müslümanların yaşadığı diğer ülkelerde yöneticilerin yaptıklarını birbiriyle mukayese yaparak değerlendirin. Ama şu tarihî vâkıayı unutmadan… Müslümanların çokça yaşadığı ülkelerde, müslümanları yöneten devlet adamları, müslüman halka zulmetmeden Yahudiler, işgal ettikleri Filistin topraklarında müslümanlara zulmetmeye cesaret edemiyordu.
Tevhid bayrağını bize teslim eden bizden önceki dâvâ adamı mücâhidler, kendi hayatlarını fedâ etme pahasına kutsal emâneti, tevhid şiarını, İslâm sancağını bize ulaştırdılar. Bizler, bu bayrağı taşıyabiliyor muyuz? Bizden sonraki nesillere bayrağı daha yükselterek teslim edebiliyor muyuz? Cevabımız “hayır” ise, unutmayalım; hesap meleklerinden önce mirasını ayağa düşürdüğümüz gazi ve şehidler yakamıza yapışacaktır.
Yarınki dünya, İsrail ve Amerika karşıtlarının, diktatör ve zâlim tâğutlarla mücadele edenlerin olacaktır; yarından sonra âhiretin onlar için olduğu gibi. Müslüman, durma, safını seç!
Bana gelince… Allah’tan başka hiçbir güç tanımıyorum. Allah’tan başka kimseden korkmuyorum. Allah’tan başka kimsenin cennet ve cehenneminin olmadığına inanıyorum. Ve adım gibi biliyorum ve iman ediyorum ki; Allah istemedikçe dünya bir araya gelse kılıma bile zarar veremezler! Duymak isteyen ve istemeyenlere duyurulur!
Ahmet Kalkan
Allah çabanızı hayırlı/mebrur eylesin Ahmed Hocam.
Rabbim yolunuzu cennetine tevdi eylesin , duruşunuzla ‘hocam olmanız hasebiyle’ kendi payıma da gururlanıyor, tevhidi öğrenmeme vesile olduğunuz için Rabbime sonsuz hamd ediyorum.